Güvenmek zor bir oluşum zaten. Bir de insan güven duyduğu şeye ya da kişiye inandırırsa kendini işler işte tam da bu sırada çığrından çıkıyor galiba. İki aydır evde kapalı olmanın verdiği sıkıntı geçen Çarşamba hafiflemişti biraz. Neredeyse iki yıldır beklediğim filmin vizyona girmesiyle birlikte bir şeyler yapmaktan en çok hoşlanacağım insanları da kapıp bir hafta önceden ayırttığım biletlerle koştum şehirdeki favori sinemama. İnsanı çileden çıkaran durumların ara ara baş gösterdiği ama uzun zamandır ilk defa eğlendiğim bir gündü. Gece de bir seansa aile tayfasıyla gitmek için bilet ayırtmıştım. İşin içine anneler ya da tutarsız kuzenler girdiğinde can sıkıcı olabiliyor işler ama kalbim tek parça halinde atlattım bu badireyi de. Yine de iki gün önceki bu eğlence, iki gündür balkona bile çıkmadığım ve şu okul zartı yüzünden deli bir stres içinde olduğum gerçeğini değiştirmedi ve bugün yine bir melankoli içerisindeydim. Ta ki annem eve gelip dışarı çıkalım da senin şu mezuniyet hediyesini halledelim deyip sonra da akşama kadar uyuyana dek. Melankoli annemi saat başı uyarıp kalkmadıkça katlandı ve saat sekiz olduğunda ben annemin kafasından aşağı bir kova su dökme eğilimi gösteriyordum. O kadar ilginç ki o saate kadar içimde büyüyen 'gidelim, gezelim, para harcayalım' şevki bir anda yandı bitti kül oldu. Annem biraz "Ah nasıl uyurum, vah nasıl uyurum." diye dövündükten sonra teklifinin geçerli olduğunu söyledi; ama o anda gerçekten dünya üzerinde yapmak istediğim herhangi bir şey olduğundan emin değildim. İşte ilginç olan bu bir anda bir şey yapmak için isteğin birden kaybolabiliyor. Bir şeyin olacağına çok güvendiysen ve bu güven boşa çıkmışsan onu zaten istemiyorsun. Her neyse, sonuç olarak dışarı çıktık, annemin kredi kartının limitini zorladık ve daha bir saat önce eve döndük. Moralim düzeldi mi? Evet. Yarın bu düzgün moralden eser kalacak mı? Hayır. O zaman sonuç olarak hiçbir şey değişmedi. Üç saat için kendimi oyaladım ama hala aynı melankoli etkinliğini koruyor.