20 Aralık 2009 Pazar

Bir Yıldız Kaydı

Dün o konuşurken ve ben konuşurken, ona anlatmak istedim. Aslında söylemek istediklerimin altında çok daha farklı bir şeyler olduğunu anlamasını istedim. "Sen yoktun yanımda; ama o vardı, ikiniz de yoktunuz yalnızdım ben." demek istedim. Arkadaşımı ona karşı savunurken ve bunları hak etmediğini söylerken aslında söylemek istediğim hak ettiğiydi. Ama kendisinin de en az onun kadar içimde geçen sözleri hak ettiğini söylemek istedim. Ve o anda sadece ona odaklandım. Karşımda konuşan adamın hak ettiklerine odaklandım ve söylemek istediklerimin öfkesi tamamen farklı bir konuda açığa çıktı. Öfkelendim; ama öfkem o duruma değildi. Benim beynimdeki durumaydı. Ona son birkaç aydır gerçekten nasıl olduğumu hiç öğrenmek isteyip istemediğini sormak istedim. Onu dinlemekten rahatsız olmadığımı biliyordu; ama bir an durup bir konuşmayı başlatırken benim de o anki ruh halimin onunkindan farksız olduğunu anlayıp anlamadığını öğrenmek istedim. Ona "Evet, bir sürü arkadaşım vardı; ama ben yalnızdım. Evet yanımdaydın, ama ben yalnızdım." demek istedim ve işte buna öfkelendim. Dünyaya öfkelendim. Gökyüzündeki yıldızlarıma öfkelendim. Orada durdukları halde hiçbir işe yaramamalarına öfkelendim. Bir yıldızıma özellikle öfkelendim ve dün gece o yıldız kaydı.

1 Kasım 2009 Pazar

Ö...

Ölüm en son çevremden birine uğradığında dokuz yaşındaydım ve senede bir iki defa gördüğüm yatalak dedemin cenazesine bile gidememiştim. O zaman annemin üzerine gitmem "Öldü değil mi?" diye sormam üzerine bana gözyaşları ile verilen cevap insanların bana birinin öldüğünü söyleyemediği gerçeği hakkında bir şey uyandırmamıştı kafamda. İki gün önce anneannem yatağımın önünde yüzüstü yatarak inlemeye başladığında hissettiğim çaresizlik kadar kuvvetli hiçbir şey hissetmedim hayatımda. Ölümün varlığından haberdar olmak ölümü kabullenmiş olmak değilmiş. Son bir yıldır doğru düzgün yürüyemese de o eski beni anaokulundan alıp parka götüren kadın olmasa da ben hiç ihtimal vermemişim meğer seksen yaşındaki gerçekten sağlıksız anneannemin ölebileceğine. Bu defalarca konuşulduğu halde, her an ölebileceğinin farkında olduğumu düşündüğüm halde meğer ben hala onu doğduğum günden beri yanımdaki oda da yatan ve kabus gördüğümde yanında yatacağım beni telkin edecek kişi olarak görmüşüm. Ambulans annemle birlikte götürdüğünde onu boş evde hıçkırıklara boğulduğumda bile eve daha kötü dönmemesi için dua etmişim, ölmemesi için değil. O gün annemin yengesi arayıp da başsağlığı dilediğinde hastaneden dönmeyen annemlerin boşluğunu doldurmak için yanımda olan babam - benim güçlü babam- bile söyleyemedi öldüğünü. "Bilmiyordur. Kendi kendine konuşuyordur. Haberimiz olurdu." dedi de "Evet anneannen öldü." diyemedi. O değil de telefonu kapatıp gerçeğe kendimi inandırmaya başlamışken "Emin misin?" diye sorduğumda "Eminim." diye rol yaptı ya. Fark ettim ki hayatım boyunca kimse bana birinin öldüğünü söyleyemeyecek. Fark ettim ki Başak Ablam bana sarılacak, annem göğsümde hıçkırıklara boğulacak, her şeyi tak tak söyleyen dayım bile boş boş bakacak ben ancak o zaman anlayacağım öldüğünü. 30 Ekim 2009'da ben anneannemi kaybettim. Kendimi bildim bileli o şehirden bu şehire benimle gelen bazı yıllar annemden çok gördüğüm anneannemi ben kaybettim. Kimse bana anneannen öldü demedi. Kimse bu cümleyi kuramadığı için ben dün sabah o morgun önünde beklerken hala yaşıyor olabileceği düşüncesini beynimden uzaklaştıramadım. Kucağımda eski yemenisini ve hırkasını tutarken hala şuradan geçebileceği düşüncesini beynimden uzaklaştıramıyorum. Ama o gün ölümün kokusunu aldığımı biliyorum. O gün annemin ensesinde ölümün kokusunu aldığımı biliyorum ve hüznün ve kederin... Ve biliyorum ki anneannem öldü. Sadece hala bunu hissedemiyorum.

30 Ekim 2009 Cuma

Hani bunlar sadece filmlerde olurdu bizim başımıza gelmezdi ya, gelirmiş. Hani yaşarken ölebilirdi de insan gerçekten benim çevremde kimse ölmezdi, ölüm gerçek değildi ya, gerçekmiş.