29 Eylül 2009 Salı

Bugüne kadar bunu hiç sorguladım mı emin değilim ama bugün sorguladım ve bugün bir cevap bulduğum. Aramadığım ve aslında ulaşmak istemediğim bir cevap. Kaç arkadaşım var, ne kadar sosyalim bu sorularla ilgili değildim. Hala değilim. En azından öyle olduğunu iddia ediyorum. Hiç bir arkadaşa ihtiyaç duymadım. İhtiyacım olan çoğu zaman benimleydi. Arkadaşlıkalrım çoğu sorumluluk gerektirmiyordu. Ama kendimi bildiğim bileli başıma gelen bir şey var: Sorgulamaya başladığım an hiçbir şey doğru gelmez. Asosyal çatlağın tekiyim ben. Doğal yollardan arkadaş edinemeyecek kadar asosyalim. Hayatım yeni bir süzen krumakla geçti; ama ne zaman yeni bir ortam edinsem yeni olan yalnızca ben olurdum. Dolayısıyla ilgi çekiciydim, merak uyandırıcıydım. Şimdi ise değilim. Şimdi herkes yeni ve anlaşılan benim yeni olmak dışında pek bir olayım yokmuş. Bu bazen can sıkıcı olabiliyor. Teneffüslerde yaptığım tek şey kitap okumak olabiliyor. Şimdiye kadar bununla bir sorunum olduğunu düşünmemiştim. Sanırım varmış. Daha komik olan bununla ilgili ne hissettiğimden emin değilim. Evet bunu rahatsız edici buluyorum ama aynı zamanda sıraların üzerine oturup anlamsız bin tane konuyu on dakika içinde konuşmanın rahatsız edici olduğunu düşünen de ben değil miydim? Yanımda olmasını istediğim insanların tamamı uzağımda. Bazen orada olduklarını hissetmek zor oluyor. Yakınında başka birini görmek de istiyorsun; ama bildiğim bir şey daha var. Her istediğin olmuyor, hayat adil değil. Basit bir kural bu. Belki de bu yüzden bugün dolmuştan indiğimde daldan dala atlayan aklım gelip bu kurala takılıyor. Asosyalitemi bıraktım ve adil olmayan hayata takılıyor. Ben de bir an olsun bırakmayı deniyorum. Sadece bırakmayı ve karşıdan karşıya geçerken kendimi öylece yola atıyorum. Bir araba gelirse öyle olması gerektiğine inanıyorum. Hangisinin daha kötü olduğunu bilmiyorum. Bir yandan yolu kontrol etme içgüdüme karşı koymak mı, yoksa hayatımı öylece yola serivermek mi? Bilmiyorum!

12 Eylül 2009 Cumartesi

İnanç

"Sevgi ve bağlılık değiştirebilir." Buna şu anda o kadar çok inanıyorum ki. Dikkat edin "Sevgi ve bağlılık her şeyi değiştirebilir." değil cümle, değiştirebilir. Safça bir inanç değil bu gerçek. Bir ay önce hayata ve inandığım her şeye olan güvenimi kaybettim. İnançsız, güvenemeyen ve ruhsuz biri oldum. Bu hayatımın bu dönemine kadar sorguladığım bir şey değildi. Bana mantıklı gelmiş olan her şeye inandığımı düşünürdüm. İnanç çok farklı bir şeymiş. Sana mantıklı gelmesi ona inandığın anlamına gelmiyormuş. Bunların farkına varmamla -az önce de belirttiğim gibi- bir ay önce farklı bir hal aldım. Bu sabah kalktığımda da aynen o haldeydim. Hayattan bir beklentisi kalmamış ve artık hiçbir şeye inanmayan biriydim. Sevginin gücüne inanırdım, bundan emin değildim. Dostluğun gücüne inanırdım, bundan emin değildim. Bu sabah son bir aydır uyandığım diğer sabahlar gibi benim için bir felaketti. Yaşamak için bir nedeni olmadığını düşünmek, hayatın zor olduğunu düşünen birinin işine yaramıyormuş. Bu sabah kalktığımda iki gün öncesinden yapılmış bir planım var. Bu planın beni bir süre için neşelendireceğini bildiğim için yapılmıştı ve ben de bu yüzden uykulu gözlerle banyoya girmiş, anneme eski bir arkadaşını aratmış, televizyon tüm akşam "Sel geliyor." diye bağırdığı halde evimden kilometrelerce uzak bir yere gitmiştim. İçimde hala bir umut beslediğimin farkında değildim; çünkü farkındalığımı da kaybetmiştim. Üzerimi giyindim, ıslak saçlarımı topladım ve buluşacağım kişiye mesaj attım. Beni buluşma yerine götürecek olan arabaya bindim, umutsuz olduğumu düşünerek. Yolda arkadaşımı arayıp yol tarifi istedim, artık inançsız olduğumu düşünerek. Düşündüğüm gibi oldu. Onu orada beni beklerken gördüm ve keyfim yerine geldi. Hala inançsız ve umutsuz olduğumu düşünmem dışında her şey iyiydi. İki arkadaştan yükselen kahkahalar, Bun'daki kadının yoğun çabası, hiçbir şey almadan çıkınca yaptığı surat... Hepsi çok da neşelendirici şeylerdi. Evet, ben de neşelenmiştim zaten; ama bu hayatımı değiştiren hamle değildi. Kasadaki adam tahlidimi yaptı, güldük. Teras kısmında oturup bir şeyler içtik. Sonra hediyelerimizi yüklenip doğum günü kızının dershanesine yollandık. Elimizde paketlerimiz açık balkon kapısının önünde oturan ve dışardan görülen arkadaşımıza bakıp bakıp güldük. Neşelendim. Sonra bir heyecan bastı. Ne yapacak? Ne diyecek? İçeri girdik dersin bitimine kaç dakika kaldığını öğrendik. Bendeki heyecan yükseldi ve zil çaldı. Adını duyan arkadaşım kafasını çevirdi. Önce gözleri açıldı. Beni görünce iyice açıldı. Sonrası koşa koşa aşağı inme, kucaklaşma. O sırada Tuba'ya baktım. Mutlu olduğunu gördüm ve mutlu oldum. Neşelenmedim, mutlu oldum! Bir derse daha gireceğini söyledi teneffüs bitiminde. Son iki dersini asma sözü verdi ve biz de yollandık geldiğimiz yere. Ben mutluydum. Yemek yemek, sohbet etmek, geyik, tartışılan ciddi konular derken, bir baktım ben bu sefer son bir aydır hiçbir sohbetin içinde olmadığım kadar içindeyim bu sohbetin. Mutlu olmamı sağlayan iki arkadaşıma baktım ve gülümsedim. Ayrılık vakti geldiğinde ben hala gülümsüyordum; çünkü mutluluk kalıcıdır. Şimdi öğlen çözdüğümüzü sandığımız sorunu hala çözemediğimiz ortaya çıkmışken, ben  bu sorun doğmadan önce olduğumdan daha mutluyum. Çünkü bugün dostlarım beni bir şeye inandırdı: Birlikte olduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok ve biz buna inandığımız sürece her şey elbet yoluna girer.

İyi ki varsın Tuba, iyi ki doğdun...
İkiniz de iyi ki varsınız canlarım.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Dramatize

Birçok açıdan dramatik bir hayatım var, farkındayım bunun. Kimsenin yaşamadığı çok olağanüstü, dehşet verici şeyler yaşamış değilim. Birçok insanda görülebilecek birçok olayın birikimi ve bol miktarda şanssızlıktan ibaret benim kötü bahtım. Ve bir de kaçtığım şeylerin peşimden gelmesi. bunları çoğu zaman insanlara anlatmaktan hoşlanmam; ama gerçekten dinleyebilecek birini bulduğumda da hiç kaçırmam. Benim zayıf noktam bu. Eğer bana karşı düşünceli ve yardımsever yaklaşırsanız hemen anlatabilirim tüm bu olanları. Sorun burada değil. Bunları anlatırken dramatize ederim bir de. Bu bilinçli bir hareket değil; çünkü zaten her şeyi beynimde de dramatize ediyorum. Ufak bir şanssızlığı on dakika içinde büyük bir trajediye dönüştürebilirim kafamda ve bunu başkalarına anlatırken de yaparım. Olanları abartmam, hissettiklerimi abartmam; ama karşımdakinin bunun dünyadaki en büyük felaket olduğuna inanmasını sağlayabilirim. Belki de sağlayamıyorumdur, insanlar deli olduğumu düşündükleri için kafa sallıyorlardır bana bilmiyorum. Bu tamamen benimle ilgili. İnsanlara bu şekilde anlatırım; çünkü böyle olduğuna inanırım. Çoğu zaman bu böyledir. Gözlerimi kapatır ve kaderime lanet ederim. Aynı durum iyi şeyler için de geçerli olsaydı şikayet etmezdim bundan. Ama sistem başıma gelen iyi bir şey olduğunda tersine işliyor. Olumlu şeylerin tüm olumsuzluklarını çıkarıveriyorum ortaya. Hayır, sorun bu da değil. Bazen bunun yerine yaşadıklarını abartan yalancının teki olsaydım diyorum; çünkü çok daha kolay olurdu. En azından bunu yaparken eğlenirdim, acı çekmezdim; ama ben kendim inanıyorum zaten en başta bunun bir felaket olduğuna. Can sıkıcı ve karmaşık bir sürü şema çiziyorum kafamda. Birkaç dakika içinde tüm dünya benden nefret ediyor ve evrendeki gelmiş geçmiş en kötü kadere sahip oluveriyorum. Biraz sakinleşip uzaktan baktığımda, aradan biraz zaman geçtiğinde kendime gülmekten başka yapacak bir şeyim de olmuyor. Çünkü o kadar uçuk ki düşündüklerim. Şu anda canımı sıkan şeylerin de böyle olmasını ummaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok. Komik ya da değil, dramatize edilmiş ya da edilmemiş canımı sıkıyorlar işte oradalar. Bu da canımı sıkan başka bir şey zaten. Evrendeki en kötü kader benimki mi ne?