30 Temmuz 2009 Perşembe

İhtimaller

Sabaha karşı oturmuş bilgisayarımın başına üç gün önce öğrendiğim şeyle ilgili yazıyorum. Üç gün önce öğrendiğim bir şeyle ve bunun hayatımdaki etkisiyle ilgili yazıyı şimdi yazıyorum, evet. Çünkü yeni yeni kabullendim bu durumu daha. Yeni yeni farkına vardım bunun ne demek olduğunu ve ilerleyen zamanlarda ne demek olabileceğini. Annem benim yanımdaki bilgisayarda incelerken uzunca bir listeyi ben de kendi bilgisayarımda sıradan bir günün kritiğini yapıyordum her zamanki geyik grubumla. Neden dedim, nasıl dedim bilmiyorum; ama dedim işte anneme şu adam nereye gitmiş bak diye. Eklemekten de çekinmedim hani "Bir de buraya geliyorlarmış." diye. İroni tam bu noktada baş gösterdi ve traji-komik bir hayatım olduğu gerçeği uzun zamandır saklandığı yerden çıktı. Aklımdan geçen bir şeyin olma ihtimali nedir? Peki onca il varken dünya üzerinde yüzünü bir daha hiçbir zaman görmek istemediğim tek kişinin ondan kaçmak için yerleştiğim şehire taşınma ihtimali nedir? İhtimaller uğraşılamayacak kadar kafa karıştırıcıdır. Ben size söyleyeyim. Evet olur. Olabilir. Üç sene boyunca bir adama doğduğun şehri, her tatilde nasıl da sevinçle gittiğin şehir anlatırsın. Sevdiğin bir adama... Zaman geçer durumlar değişir. Öyle bir hal almıştır ki iş artık, sen okulunun son senesinde maddi ve manevi açıdan dağılmakta olan ailene taşınma konusunda baskı yaparsın. Sırf ondan kaçmak için. Sırf artık onun yüzüne bakmaya katlanmayacağın için. Sırf adını duymak bile seni çileden çıkarmaya yettiği için. Her yaz heyecanla beklenen o liste tekrar yayınlanır, kim nereye gitmiş bakarsın ve görürsün ki artık hayatını hep hayalini kurduğun o şehirde devam ettireceksindir. 14 sene boyunca hasret duyduğun o şehirde. Bu hikayenin güzel yanı. Sonunun böyle olması gerçekten hoş olurdu. Ki olmama ihtimali aklımda bile yoktu. Evet, burada başka sorunlarla karşılaşacaktım belki ama artık o eski sorunu arkamda bırakmış olacaktım. Burada yeni hikayelere başlayacaktım ama o hikaye bitmiş olacaktı. Yorulduğum o savaş artık bitmiş olacaktı. Bu fikre kendimi o kadar alıştırdım ki. İlk birkaç ay bu fikirin verdiği rahatlıkla hiçbir şey beni rahatsız edemez oldu. Ama üç gün önce bir başka uzun liste daha yayınlandı işte. Yaşamım boyunca annemin adını arayıp bazen görmeyince rahatladığım o liste şimdi annemin adı yokken üzerinde hayatımı etkilemeye başladı. İhtimaller... Küçük bir şehir değil burası. Milyonlarca insan var bu şehirde ve söz konusu insanlar benim okuduğum benim yaşadığım yerlerde bulunacak insan tipinde sayılmazlar. Ama bundan bir sene önce o insanın bulunduğum şehire gelme ihtimali vardı. Benim ona en sevdiğim yerleri, en çok gittiğim mekanları anlattığım, onunsa pek bir alakası olmayan, hatta ailecek taşınmak istedikleri yerler listesinde bile pek bir üst sıralarda yer almayan bu şehire gelme ihtimali vardı. Küçük minicik bir ihtimal. Öyle ki ben göz ardı etmiştim. Ailem göz ardı etmişti. Hatta kendileri bile göz ardı etmişti bu ihtimali. Ben ebedi kaçışımı yaparken ebedi olduğuna yürekten inanmıştım. Hepsi ihtimallerdi ne de olsa. Her şey ihtimallerden ibaretti. Yarın uzaylılar tarafından kaçırılma ihtimalim de vardı. İhtimaller bu yüzden rahatsız etmedi beni. Şimdi herkes aynı şeyi söylüyor. Koca şehirde karşılaşma ihtimalimiz ne kadar ki? Koca şehirde aynı semtte oturma ihtimaliniz ne kadar ki? Bir adamın yeni atandığı şehirdeki eski bir çalışma arkadaşını arayıp ona şehirle ilgili bazı konuları danışma ihtimali ne kadar ki? Peki bu şehirle alakaları olmayan bu insanlarının tayinlerini buraya isteme ihtimali ne kadardı? Yüzdelerimle uğraşmayın benim. Var olan ihtimaller canımı sıkıyor ve bitmesi gereken bir hikayeye yalnızca ara verilmiş olması fikri çileden çıkartıyor insanı. Bu şehir benimdi. Benim olmalıydı. Burası benim kurtuluşumdu. Sığınağımdı. Artık kendimi güvende hissetmiyorum, evet. Onlarca katili, hırsızı, tinerciyi, tecavüzcüyü barındıran bu şehirde ben asıl şimdi kendimi güvende hissetmiyorum. Çünkü tek bir insan bazen size onlarca insandan daha fazla zarar verebilir. Ve ihtimaller can yakıcı olabilir.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Güvenmek zor bir oluşum zaten. Bir de insan güven duyduğu şeye ya da kişiye inandırırsa kendini işler işte tam da bu sırada çığrından çıkıyor galiba. İki aydır evde kapalı olmanın verdiği sıkıntı geçen Çarşamba hafiflemişti biraz. Neredeyse iki yıldır beklediğim filmin vizyona girmesiyle birlikte bir şeyler yapmaktan en çok hoşlanacağım insanları da kapıp bir hafta önceden ayırttığım biletlerle koştum şehirdeki favori sinemama. İnsanı çileden çıkaran durumların ara ara baş gösterdiği ama uzun zamandır ilk defa eğlendiğim bir gündü. Gece de bir seansa aile tayfasıyla gitmek için bilet ayırtmıştım. İşin içine anneler ya da tutarsız kuzenler girdiğinde can sıkıcı olabiliyor işler ama kalbim tek parça halinde atlattım bu badireyi de. Yine de iki gün önceki bu eğlence, iki gündür balkona bile çıkmadığım ve şu okul zartı yüzünden deli bir stres içinde olduğum gerçeğini değiştirmedi ve bugün yine bir melankoli içerisindeydim. Ta ki annem eve gelip dışarı çıkalım da senin şu mezuniyet hediyesini halledelim deyip sonra da akşama kadar uyuyana dek. Melankoli annemi saat başı uyarıp kalkmadıkça katlandı ve saat sekiz olduğunda ben annemin kafasından aşağı bir kova su dökme eğilimi gösteriyordum. O kadar ilginç ki o saate kadar içimde büyüyen 'gidelim, gezelim, para harcayalım' şevki bir anda yandı bitti kül oldu. Annem biraz "Ah nasıl uyurum, vah nasıl uyurum." diye dövündükten sonra teklifinin geçerli olduğunu söyledi; ama o anda gerçekten dünya üzerinde yapmak istediğim herhangi bir şey olduğundan emin değildim. İşte ilginç olan bu bir anda bir şey yapmak için isteğin birden kaybolabiliyor. Bir şeyin olacağına çok güvendiysen ve bu güven boşa çıkmışsan onu zaten istemiyorsun. Her neyse, sonuç olarak dışarı çıktık, annemin kredi kartının limitini zorladık ve daha bir saat önce eve döndük. Moralim düzeldi mi? Evet. Yarın bu düzgün moralden eser kalacak mı? Hayır. O zaman sonuç olarak hiçbir şey değişmedi. Üç saat için kendimi oyaladım ama hala aynı melankoli etkinliğini koruyor.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Son

Hayatta bazı şeylerin sonuna geldim sanırım. Bir süreçti bu ve bitiyor galiba; ama süreç nasıl olursa olsun, biteceğini bilsen bile doğumundan beri içindeysen onun zor oluyor terk etmesi. Terk etmesen de sen o bırakıyor bir yerden sonra zaten. İşte ben tam o çizgideyim. Şimdi bazı şeyleri terk etmeliyim. Terk etmesem bile onlar bırakacak yakın bir zamanda beni. Geçişli bir şey bu. Kendini hazır hissetmek ya da hissetmemek fark ettirmiyor. İşin aslı korkuyorum biraz da. Ama kim korkmaz ki? Bildiğim o yaşam tarzı değişiyor ve ben başka türlü yaşamayı bilmiyorum. Kaçak dövüş benim ki. Hayatım bu. Eğer biriyle bozuştuysan, bir şehir dar gelmeye başlamışsa, içinde bulunduğu düzenden sıkılmışsan sık biraz dişini tayininiz çıkacaktır birkaç aya. Gittiğine pişman olursan oradan özlediğin kişileri ararsın, yazları gidersin. Kolay. Ama artık değil. Uzun bir yol artık önümdeki. Artık kaçamayacağım ve kaçamayacaksam nasıl yaşayacağım? Kaçma şansımın olmayacağı apaçık ortada. Yine de ironik bir şey var orada. Kaçabilecek olma hissinden midir bilinmez hayatım boyunca kaçtığım tek şey kendimdim. Ondan da hiçbir zaman kaçamadım zaten. Korktuğum şey artık kaçamayacağımı bilerek yaşamanın beni zor duruma düşürme ihtimali. Kaçabilecek olma ihtimali bana savaşma güdüsünü kazandırmış  fark ettirmeden. Savaş, kaybedecek olursan kaçarsın. Buna karşı koymak zor çünkü kendimle bile bir savaş içindeyim. Bırakmam gereken şey tam olarak ne buna karar veremiyorum. Onu belirlersem ondan kaçabilecek miyim? Bu tam bir muamma. Fakat savaşmayı bırakacak gibi görünmüyorum çünkü savaşmaktan başka yaptığım bir şey yok gerçekten. İlginç ama yok. Gözlerimi kapatmalı ve düşünmeyi bırakmalıyım belki de. Bırakmam gereken bir şeyler var bundan eminim. Belki de işi oluruna bırakırım ve zamanı geldiğinde onların gitmesine izin veririm. Ama bu bile benim için bir savaş ve onların kazanmasına izin vermek acı verici. Hele de şimdi kaçamıyorken. Hayatla ilgili değil bu. Benim için ilk defa değil. Uzun zamandır ilk defa yalnızca kendimle ilgili bir şeyden bahsediyorum. Koşullarla ya da hayatın sana sunacaklarıyla hiçbir ilgisi yok. Ben, kendim, içimdeki savaş ve terk edişlerimle ilgili bu. Benimle ilgili. İşte bu yüzden  uğraşması daha zor ya.