13 Haziran 2009 Cumartesi

Ter içinde kalktım bugün sabaha karşı yatağımdan, tıpkı aynı gece içinde iki defa daha olduğu gibi. Uyumak istedim tekrar ,olmadı, uyuyamadım. Evin boş koridorunda ilerledim. Uykularındaki ailemin nefesini dinledim soğuk duvarın dibine çökerken. Bir şey var beni rahatsız eden, hissettim bunu ama bir türlü hatırlayamadım ne olduğunu. Bir şey taş gibi oturmuştu göğsüme ama neydi bilemedim. Yutkundum, bir şey takıldı boğazıma. Tanıdık bir şey. Neydi o çözemedim. Bilmiyorum daha kaç dakika orada öylece beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmaya çalıştım. Sonra vazgeçtim kalktım yatağıma geri yattım. Tahminimce altı saat falan daha uyuduktan sonra aydınlanmış odada açtım gözlerimi. Yine içimde aynı his vardı. Bu sefer duvarın dibine falan çökmedim ama kalktım yatağımdan içeride beni bekleyen ailemin yanına gittim. Güldüm, yemek yedim, annem evden çıktı, telefonda eski bir arkadaşımla konuştum. İçimde aynı his vardı, nedeni üzerinde düşünmedim. Düşünmeye zamanım olmadı belki. Bilgisayarı açtım ne var ne yok bakayım diye. Eskiden çok sevdiğim bir diziye kaydı aklım açtım eski bölümlerini izledim. İçimdeki taşın nedenini hatırlattı sonra bana dizideki yaşlı adam. "Sevdiğine nasıl söylersin hemen aşkını eğer gerçekten seviyorsan? Acısını çekersin önce olgunlaşır o aşk içinde. Sonra belki söylersin belki kalır öyle içinde." Neden orda olduğunu hatırlayan taş sanki ağırlaştı birden, ağırlaştı da ağırlaştı. Bir şeyleri parçalamaya başlamıştı ki uzaklaştırmaya çalıştım aklımı. Başka bir yöne çektim ilgimi kapattım hemen diziyi. Facebook'umu açtım. Belki komik ilginç birkaç video eklenmiştir diye. Yalın buldu bu sefer demek istediklerimi benim adıma konuştu şarkısıyla: "Sanki bu ev benim değil. Bu nefes bana zararlı. Alışmaya çalışmak diyer bir şey yok. Alışmak zorundayım." Alışmak zorundayım, alışmak zorundayım, alışmak zorundayım. Hiçbir zaman mecburiyetlikleri kabul etmeyen ben bir istisna yaparak kabullendim bunu. Demek ki gerçekten alışmak zorundayım içimdeki bu hisse. Ama nasıl? 

12 Haziran 2009 Cuma

Veda

Eğer tıkandıysa artık, bu son görüşünse onu ve bu fikir seni çıldırtıyor olsa bile önemi yoktur dokuz ay içinde olanların. Seni görmezden gelişlerinin, arkada bırakışlarının, cevap ve selam vermeyişlerinin hatta sana gülümseyişlerinin, hatrını soruşlarının, senin için bir an olsun endişelenişlerinin bile yoktur önemi. Tek önemli olan veda anıdır. Sen içinden bir şeylerin kopup gitmesine izin verirken onun  için sıradan bir veda oluşunun bile yoktur önemi. Sen yanağına yapıştırdığın yanağın için kahrolurken, onun 'hah tamam bununla da vedalaştım' diye düşünmesinin de yoktur bir önemi. Tek önemli olan elin onun elindeyken son bir an için "Ben de seni tanıdığıma mutlu oldum ...'ciğim" demesiyle nefesinin saçlarını yalamasıdır. Dokuz ay boyunca her yerde gözlerin onu takip etmiş olsa da ona son bir bakışındır önemli olan ve gülümsemeye çalışışın ve pişman oluşun o anı birkaç saniye bile uzatmadığın için. Hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyişişindir önemli olan ve önem nedir o an bilir misiniz? Yalnızca "o"dur ve önem, onunla ilgili en mutlu detaylara saklanmıştır. Senin dışında kimsenin hiçbir şey hissetmediği o basit küçük anlara. O'na saklanmıştır önem ve o artık yoktur. Hiçbir yerde, hiçbir şekilde. Sende yoktur ya da içinde bulunduğun başka bir şeyde. Hayatından yoktur ve artık Messenger'ında adresi olan eski okulundan bir çocuktan başkası değildir. Gerçek olan budur. İçinde çok daha fazlası olsa da o bundan başkası değildir aslında ve sen de onun için bundan başkası olmayacaksındır. İçinde veyahut gerçekte. Hiçbir zaman, hiçbir yerde.